Toplumsal Gözlükten Gözde Sarı Nokta Hastalığına Bakmak
Bir araştırmacı olarak, bireyin bedeninde meydana gelen her değişimin aslında toplumsal yapılarla nasıl iç içe geçtiğini gözlemlemek beni her zaman büyülemiştir. Çünkü insan, yalnızca biyolojik bir varlık değildir; o aynı zamanda kültürün, toplumsal normların ve cinsiyet rollerinin içinde yoğrulmuş bir bütündür. İşte bu nedenle “Gözde Sarı Nokta Hastalığı” gibi tıbbi bir konuyu bile, sadece bir retina rahatsızlığı olarak değil, toplumsal bağlamı içinde ele almak gerekir.
Gözde Sarı Nokta Hastalığı Nedir?
Tıpta “makula dejenerasyonu” olarak bilinen Gözde Sarı Nokta Hastalığı, genellikle yaşla birlikte ortaya çıkan, merkezi görme alanını etkileyen bir retina rahatsızlığıdır. Bu hastalık, bireyin günlük yaşamındaki bağımsızlığını, üretkenliğini ve sosyal rollerini doğrudan etkiler. Görme kaybı ilerledikçe, birey sadece fiziksel olarak değil, sosyal olarak da görünürlüğünü kaybetmeye başlar.
Fakat bu hastalık sadece gözün değil, aynı zamanda toplumun da bir aynasıdır. Görmenin azalması, “görülmenin” toplumsal değerini ve bireyin bu sistemdeki yerini yeniden düşünmemizi sağlar.
Toplumsal Normlar ve Görmenin Sembolizmi
Modern toplumda “görmek”, “bilmek” ve “hakim olmak” anlamına gelir. “Göz önünde olmak” değerli sayılırken, “gözden düşmek” bir kaybı temsil eder. Gözde Sarı Nokta Hastalığı, bu sembolik düzeni altüst eder; çünkü birey hem fiziksel hem de toplumsal anlamda “görme yetisini” kaybeder.
Bu durum özellikle yaşlı bireylerde belirginleşir. Görme kaybı, üretkenlikten çekilme, bağımsızlık kaybı ve dolayısıyla toplumun “aktif birey” tanımının dışında kalma anlamına gelir. Görme, artık sadece bir biyolojik fonksiyon değil, bir toplumsal aidiyet göstergesi haline gelir.
Cinsiyet Rolleri Bağlamında Göz Sağlığı
Toplumsal cinsiyet rolleri, sağlık deneyimini derinden etkiler. Erkekler genellikle yapısal işlevlere, yani “çalışma”, “üretme” ve “koruma” gibi rollerine odaklanırken, kadınlar ilişkisel bağlara, yani “bakım”, “duygu paylaşımı” ve “toplumsal dayanışma”ya yönelir. Bu farklılık, Gözde Sarı Nokta Hastalığı’nın toplumsal etkilerini de çeşitlendirir.
Bir erkek için görme kaybı, iş gücü kaybı anlamına gelir; bu da toplumdaki üretken erkek imajını tehdit eder. Bu nedenle erkekler çoğu zaman hastalığın ilk belirtilerini gizleme eğilimindedir. Kadınlar ise, görme kaybının bakım ilişkilerini, özellikle çocuk veya torun bakımı gibi duygusal rollerini etkilemesinden endişe duyar. Kadınların bu süreçte sosyal destek arayışı daha fazladır; çünkü onlar için toplumsal görünürlük, ilişkisel ağlar üzerinden şekillenir.
Kültürel Pratikler ve Görme Algısı
Bazı kültürlerde “göz” sembolü bilgelik, sezgi ve ilahi farkındalıkla ilişkilendirilir. Ancak görme yetisinin kaybı, bu sembolik değerlerin tersine dönmesine yol açar. Gözde Sarı Nokta Hastalığı, bireyi “eksik” ya da “yardıma muhtaç” konumuna indirgerken, toplumun engelliliğe bakışını da açığa çıkarır. Bu noktada asıl hastalık, bireyin gözü değil, toplumun bakışıdır.
Kültürel olarak, yaşlılık ve hastalık genellikle “kabullenilmesi gereken doğal süreçler” olarak görülür. Ancak modern toplumun hız odaklı yapısı, bu kabullenişi zayıflatmıştır. Görme kaybı, artık yalnızca bir sağlık sorunu değil, bireyin toplumsal üretimden dışlanmasının da bir göstergesidir.
Toplumsal Görünürlük ve Dayanışma
Sarı Nokta Hastalığı, bireyin kendi bedenini yeniden tanımlamasına neden olur. Ancak bu süreçte toplumun sunduğu destek sistemleri, bireyin psikolojik direncini belirler. Görme kaybı yaşayan bir bireyin yaşadığı yalnızlık, aslında toplumun “sağlıklı beden” normuna ne kadar bağımlı olduğunu gösterir. Dayanışma ağları, bu bağımlılığı dönüştürmenin en etkili yollarından biridir.
Toplumun bu bireylere yaklaşımı, empati ve eşitlik kavramlarının gerçek anlamda içselleştirilip içselleştirilmediğini test eder. Görme kaybı yaşayan bireylerin toplumsal üretim sürecine dahil edilmesi, yalnızca sağlık politikalarının değil, toplumsal vicdanın da bir ölçüsüdür.
Sonuç: Gözden Ziyade Görüşün Dönüşümü
Gözde Sarı Nokta Hastalığı, sadece bir görme bozukluğu değil, toplumsal görme biçimimizin de aynasıdır. Kimleri “görmeye” değer bulduğumuz, kimleri “gözden çıkardığımız” soruları, bu hastalığın toplumsal boyutunu anlamada kilit önemdedir.
Belki de asıl mesele gözün görmesi değil, toplumun gerçekten “görmeyi” öğrenmesidir.
Okuyuculara düşen ise şu soruyu sormaktır: Biz kendi çevremizde görme kaybı yaşayan bireyleri ne kadar görüyoruz, ne kadar anlıyoruz ve onların toplumsal varlığını nasıl destekliyoruz?
Siz de kendi toplumsal deneyiminizi bu çerçevede düşünün: Görmek, sadece gözle mi olur, yoksa kalple de mi mümkündür?